7 - Bir Anlığına Uzun Bir Hikaye(Bölüm 4)

View this thread on: d.buzz | hive.blog | peakd.com | ecency.com
·@wagner32·
0.000 HBD
7 - Bir Anlığına Uzun Bir Hikaye(Bölüm 4)
![image](https://img.esteem.ws/s2rt1bo69x.jpg)

Kuşadası yakınlarındaydım. Babam elimden tutmuş, annemle birlikte Efes Antik Kenti’ni geziyorduk. Binlerce yıllık tarih yatıyordu burada. Devasa antik tiyatrosuna bayılıyordum.

Oradan Meryem Ana’nın evine gidiyorduk. Meryem Ana’dan sonra Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nı geziyorduk. Bu kervansarayın adı bana epey ilginç gelirdi.

Güvercin Ada’ya doğru yol almak için sahili boydan boya adımlıyorduk. Sahil, bir tarafta faytonlarla diğer tarafta kızıl güneşin mavimsi denizle cilveleştiği harikulade bir yerdi. Kuşadası’nı sembolize eden heykel, sahil için mükemmel bir aksesuardı.

Güvencin Ada’ya karaya bağlı bir yol yardımıyla ulaşıyorduk. Tarihi kalesinden denizin sonsuzluğuna bakıyorduk.

Kaleiçi’ne döndüğümüzde hava kararmış ve sokaklar, kalabalık insan toplulukları ve rengârenk ışıklarla doluydu. Işıklar göz alıcıydı. 

Birden bisiklet sürdüğümü anımsıyorum. Bolu’daydık. Babam, önüme bakmam, dikkatli sürmem konusunda uyarılarda bulunuyordu. Ben hızlandıkça babam da hızlıca pedal çevirmeye başlıyordu, bana yetişemiyordu. Babamı frenleyen bir şeyler var gibiydi.

Annem, iki kişilik kırmızı çadırımızdan bize el sallıyordu. Bitiş çizgimiz annemdi ve o benim tarafımı tutuyordu.

Anneme ulaşmak için daha hızlı pedal çevirdiğimde yollar yarılmaya başlıyordu. Ben, o yarıklardan birine düşüyordum. Etrafımda böcekler, kırkayaklar vardı. Örümcekleri saymıyorum bile.

Babam ve annem beni kurtarmak için merdiven uzatıyorlardı. Merdiveni dikkatsizce ve olabildiğince hızlı çıkıyordum. Nedense basamakları sayıyordum. 7. basamağa geldiğimde kayıp düşüyordum. Tekrar deniyordum ve yine aynı basamakta düşüyordum. Diğer basamaklara ulaşamıyordum. Annem ağlıyordu.

Bir kez daha deniyordum. Bu kez yarıktan sular akmaya başlıyordu. Bulunduğum oyuk sularla dolmaya başlıyordu. Oyuk tamamen dolduğunda bir yardım eli uzanıyordu.

Bu el, anneminki ya da babamınki değildi. Yabancı bir yardım eliydi. Yardım elini sıkıca tutup, beni yukarı çekmesini sağlıyordum.

Nefes nefeseydim. Kalbim duracak gibiydi. Karşımda duran, bana o yardım elini uzatan Ali’nin ta kendisiydi. Elini tutmuş bırakmıyordum. Onun ellerinde güvendeydim.

Ali “7 senin kaderin Ezgi. O artık seninle.” diyordu. Elimi bırakıp uzaklaşmaya başladığında diz çöküp hüngür hüngür ağlamaya başlıyordum.

“Nereye gidiyorsun? Gitme Ali! Beni bırakma! Yalvarırım bırakma beni Ali!” çığlıklarım ve gözyaşlarım birbirine karışıyordu.

Uyandığımda bir hastane odasındaydım. Gözyaşlarım gerçekti. Otobüs kazası ve o gördüklerimin tümünün rüya olduğuna emindim. Peki, ben hastaneye nasıl gelmiştim? Başım neden ağrıyordu?

Hemşire ve ardından doktorun gelmesiyle olanları anladım. Uzun boylu, esmer ve çakır gözlü doktorun söylediğine göre uyanmamdan tam yedi gün önce bir otobüs kazası geçirmişim. Demek ki otobüs kazası bir rüya değildi. Hastanede olmam ve başımın fena ağrısının nedeni de tam olarak buydu.

Otobüs o kadar feci bir kaza yapmış ve korkutucu sayıda taklalar atmış ki kazadan sağ kurtulmamın büyük bir şans olduğunu söyledi çakır gözlü doktor.

Heyecanlı ve hüzünlü bir şekilde Ali’nin durumunu sordum. Ancak tüm müdahalelere rağmen kurtulamadığı, hatta daha otobüsteyken ex olduğu cevabını almıştım. Sırtımı doktora dönüp ağlamaya başladım. Tutamıyordum gözyaşlarımı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. 

Doktor, başımın ciddi darbeler aldığını, dikkatli olmam gerektiğini söylüyordu arkamdan. Kısa ve belki de uzun süreli hafıza kaybı yaşayabileceğim konusunda da beni uyarıyordu. Tüm bu durumların dışında sağlığımın iyi olduğunu ancak yine de müşahede altında kalmam gerektiğini vurguluyordu.

Kimin umurundaydı be doktor! Sağlığımın ne önemi vardı? Hafıza kaybı yaşamak mı? Ali’mi unutturabilir miydi lanet kaza? Annem ve babamdan sonra Ali’min de beni terk ettiğini unutabilir miydim?

Ellerim… Bir zamanlar babamın ve annemin, çok daha sonra Ali’min sıkı sıkıya tuttuğu ellerim. Bomboş ellerim… Kim yardım eli uzatacak bana doktor? Ha! Kim? Neden beni kurtardınız ki? Neden onunla gitmeme izin vermediniz ki? Neden ya neden?

Bomboş ellerime damlayan gözyaşlarımla uyuyakalmıştım. Uyandığımda odamdaki televizyon açıktı ve Yedi Yaşam adlı film oynuyordu. Aklıma birden Ali geldi ve boğazım düğümlendi. Sesi yediye kadar yükselttim ve izlemeye devam ettim.

911 acil durum?

Bir ambulans istiyorum.

Adresiniz Batı 3. Cadde 9212 Los Angeles olarak görünüyor.

Evet, oda numaram 2.

Acil durumunuz nedir?

Bir intihar girişimi oldu.

Kurban kim?

Ben…

“Tanrı dünyayı yedi günde yarattı. Ben, benimkini yedi saniyede parçaladım.” işte aynen böyle başlıyordu hayatım boyunca izleyebileceğim en güzel film.

Bu film bana göre dünyanın en acıklı, sürükleyici ve biraz da gizemli filmiydi. Filmi böylesine harika yapan, filmin başrolünde Will Smith’in oynaması ve filmin ismi ile konusunun mükemmel uyumuydu.

Her şey yedi isimden oluşan bir lise ile başlıyordu. Ben Thomas, Holly Apelgren, Connie Tepos, George Ristuccia, Nicholas Adams, Ezra Turner ve filmin seyrini değiştiren Emily Posa, yedi mükemmel karakter, tek liste ve tek plan.

Umutsuzluğa kapılmış bu karakterlere umut olmaya yemin etmiş, pişmanlıklarla dolu yüreğe sahip bir adam.

Bazen yedi kişinin hayatını sadece bir kaza değiştirebiliyor. Önce bazılarının hayatını sonlandırıyor ve sonra diğerlerinde hayat buluyor.

Yedi Yaşam’ın bitmesini istemiyordum. Filmin sonunda boşluğa düşecekmişim gibi bir hisse kapılıyordum. Hayatımda annemin, babamın ve Ali’min oluşturduğu o kadar boşluk var ki… 

Gece çöktüğünde yapacak başka bir şey olmadığından canım oldukça sıkılmıştı. Televizyona boş boş bakmaktan başka bir şey yapmalıydım. Burada öylece robotlaşıyordum. Benim daha üretken olmam gerekiyordu. Sonra aniden aklıma bir fikir geldi. Başımın üstünde bir ışığın yandığını görebiliyordum.

Bu yapacağım şeyden beni daha mutlu edecek bir şey olmasaydı gerek. Bir mektup yazmalıydım. Peki, ama kime yazmalıydım? Neyse canım. Mektubu kime yazdığımın ne önemi vardı ki? Önemli olan içimi dökmekti.

Nöbetçi hemşireden bolca kâğıt ve bir de kalem istedim. Sağ olsun ricamı kırmadı. Zaten herhangi birini kıramayacak kadar da tatlı görünüyordu.


*Belki birazdan, daha geç olmadan uyanmış olacaksın. Henüz ben uyumamışken. Uyuyamamışken… Güneş doğmadan uyku tutamaz oldu işte.*

*Duvarımda 67 model Mustang, masamda bir düzine kâğıt, maket arabalarım, bir kalemlik mürekkep ve hazine sandığım uyumamı bekler. Bekler de uykusuzluğuma uyanan kuşlar söverler bana.*

*Bu yatak bu denli rahatsız edici olmak zorunda mı? “Hayat bir yanıyla güzeldir canım.” en güzel dizesidir şairin. Bir tutam umut verici ve bir tutam da sabahlatıcı.*

*Bir demlik çaya ve bir düşünce sohbetine karşılık kısacık bir gece. Gözyaşı imzalı adil bir anlaşma. Adalet her zaman geceden yanaymış meğer.*

*Gecesinden yorgun düşmüş, demokratik bir Pazar sabahındayım. Ufuk, dağlarına karlar düşmüş, gözlerinden kanlar dökülmüş.*

*Ah sevdiğim! Kum gibi’yim şimdi. Nerede çocukluğumu büyüttüğüm Ahmet Kaya’m? Cezayirli dostlarımdan bihaber Slav sevgililerim. Pozitifine bile tahammülü olmayan feministtim, anarşist kardeşime tutulmuş. Hitler duymasın!*

*Kapitalistimden hediye faşist kalemim yazdırmıyor Marksistlime. Freud’cu psikolojim ne düşünür? Sosyalist sol yanım ne der? Weber’in kırtasiyecisiyim ben, ceplerimde Liberal besliyorum.*

*Platon! Platon… Sokrates’in yalancısı seni! Thomas’ın ütopyasına sürmeli seni. Sahi Ütopya’da uyku var mıdır? Peki, ya Deniz?*

*Nietzsche ve Hayyam ile oturup şarap içmeli. Foucault’un siyasetiyle Realizmden girmeli, Romantizmden çıkmalı.*

*Uyku! Uyku bir gece daha gelmemeli…*

**Nereden, nasıl başlayacağımı bilemediğimden bu dizelerle başladım mürekkep dökmeye. Biliyorum uzun zaman oldu. Ancak yazabildim, daha önce dökemezdim içimi be Ali!**

**Bu arada bana söyler misin, nerelerdesin sen Ali? Bırakıp gittiğinden beri çok fazla acı çekiyorum. Dönmeyecek misin? Yeterli değil mi bu kadar acı?**

**Özledim be Ali! O kadar özledim ki şimdi, başucumda, bana yediyi anlatmanı isterdim. Deniz mavisi gözlerini, pamuk kadar yumuşak ellerini, morfin etkisi yaratan gülüşünü ve adeta dublajlı sesini özledim.**

**Sen özlemedin mi? Seni özlemem için mi bırakıp gittin? Özledikçe sevmem gerektiği için mi? Daha fazla özlemem için mi dönmüyorsun Ali? Tüm bunların daha fazla seveceğim anlamına geldiği için mi?**

**Sen yanıma oturduğundan beri seviyorum seni. Hayallerimi, bu kâğıtlara dökebildiğim kadar seviyorum seni. O muhteşem gülüşün, anılarımdan silinene dek seveceğim seni.**

**Beni bir yerlerden izlediğini biliyorum Ali. Seni anılarımda yaşatacağıma söz veriyorum. Sevgilerimle…**
										Ezgi
👍 , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,